Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Eylül 2016 Salı


Athletic performance and health can not be improved at all so easy and secure.

Sporcu performansı ve sağlığı hiç bu kadar kolay ve güvenli artırılamaz.
Secret Russian Sports Weapon. Negative ions.

Özel Olimpiyat Raporu: Gizli Rus Spor Silah Açıklanacak

VANCOUVER, BC - 7 Şubat 2002 - Olimposlular Soğuk Savaş Dönemi türetilen teknolojiden yararlanabilir. Onlarca yıldır Ruslar gizlice benzersiz% 300 koordinasyonu denge, kadar 900 olarak% oranında dayanıklılık seviyelerini artırdığı kanıtlanmıştır performans geliştirme cihazı ve kullanıyoruz %

100 reaksiyon zamanı. Sadece İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği tarafından yapılan çalışmalarda, bir negatif iyon jeneratörü uluslararası spor hakim yeni bir Sovyet politika kararının bir parçası olarak, Atletizm sporcular, Cimnastikçiler, Swimmers ve Boksörler eğitim sırasında kullanılmıştır.




Rus İyon Atletizm Çalışması

Gerçek: In statik dayanıklılık ise cimnastikçi kontrol grubu 25 gün sonra bir azalma dayanıklılık vardı . Negatif iyon grubu% 46 iyileşme gösterdi iken atletizm, kontrol grubunun statik dayanıklılık 25 gün sonra% 40 iyileşme negatif iyon atletizm grup gelişmiş 192% oranında.

Gerçek: In dinamik dayanıklılık jimnastikçiler hiçbir kontrol grubu vardı ama negatif iyon cimnastikçi% 87 bir iyileşme gösterdi 25 gün içinde. Ise Atletizmde kontrol grubu 25 gün sonra% 24 iyileşme vardı negatif iyon grubu 240% iyileşme vardı .

Gerçek: In reaksiyon süresi ise cimnastikçi kontrol grubu, 11 milisaniye tepki süresini kısaltmak için yönetilen cimnastikçi negatif iyon grubu 22 milisaniye onların kısaltılmış. 25 gün sonunda% 4,5 kısaltılmış atletizm kontrol reaksiyon süresi, süre atletizm negatif iyon grupları% 16 kısaltılmış.

Gerçek: Denge ise sonuçları, atletizm, kontrol grubunda 25 gün sonra 80-82% iyileşme vardı negatif iyon grup 145-333% geliştirilebilir.

Gerçek: Bu çalışmalar sonrasında yapılan ilgili gözlemlerden biri oldu . Negatif iyon grupları neşe ve canlılık uyku ve iştah gelişmeler ile birlikte, özellikle artmış çalışmalar negatif iyon grupları da daha etkin B ve C vitaminleri kullanılan gösterdi.

Gerçek: erkek yüzücüler ve boksörler ile yapılan çalışmalar da kas gücü ancak herhangi bir artış gösterdi dramatik dayanıklılık ve çabukluk geliştirilmiş negatif iyonlar.
Kaslarınızda Asidite dengesini düzenleyemez iseniz kaslarınız gergin kalır.

Dr. Frank MURRAY...Sporcu beslenme Uzmanı

Tanınmış Sporcu Beslenme Uzmanı Dr. Michael Colgan a göre, “Kaslarımız sıfır asidite veya gayet dar bir sınır içinde kalması gerekli olan asidite ortamı içinde çalışabilecek şekilde yaratılmışlardır. Damarlardaki kan için en uygun çalışma ortamı asidik olmayan ortamdır. Asidite pH olarak ifade olunur ve hidrojen iyonu konsantrasyonunun ölçülmüş değeri olup 1 ile 14 arasında değişir, pH 7 nötr olup pH 1 en asidik ,pH 14 ise en alkali durumu gösterir.” Kanın pH derecesi, deprem aritmetiği kadar hassas ve önemlidir,sayılardaki en ufak değişiklikler çok büyük değişiklikleri ortaya çıkartır, örneğin pH 6 değeri pH 7 değerine göre 10 kat daha fazla asidiktir. 

Sonuçta kaslardaki pH 6.9 iken kanın pH ı 7.4 civarında olduğunu hatırlatalım. Eksersize başladığınızda, enerji üretimi için gerekli olan “glycogen” kullanımı artarak,”lactic acid” ve “pyruvic acid” üretilir, yüksek miktarda (+H) hidrojen ionları ihtiva eden bu maddeler kasların ve kanın pH ını asidik hale getirir. Ne kadar yoğun eksersiz yaparsanız vücudunuz o kadar hızlı asidik hale geçer. 

Kaslardaki pH 6.5 un altına düşmesi, enerji dağılım zincirindeki bütün kanalların bozulmasına ve aksamasına yol açar.  Örneğin;”phosphofructokinase” enziminin
kas “glycogen”ini kullanmasının alt limiti pH 6.5 tur,bu limitin altında çalışma durur, fazla Asidite kasların kasılma aktivitesini bozarak adale gücünün azalmasına sebep olur. 
Bu noktada birinci öncelikli tedbir, hareket halindeki kaslarda oluşan asit birikimini bir takım ergogenic maddeleri vücudumuza alarak azaltmak ve minimize etmektir. İstediğiniz kadar çeşitli kimyasalları kullanabilirsiniz fakat eksersiz sırasında oluşan asitide seviyesini azaltmaz iseniz kaslarınızda aksamalar ve kasılmalar olacaktır. 
Diğer bir husus eksersiz sırasında asit birikimine paralel olarak oluşan “amonnia” birikimidir,anaerebic ve endurance eksersiz sırasında oldukça fazla amonyak birikimi olur,Amonyak hücreler için zehirleyici bir maddedir,”glycogen” oluşumunu önler ve enerji
dönüşümüne zarar verir. 
İlaveten Dr.Colgan ,henüz ne kadar miktar Amonyakın yorgunluğun oluşmasında payı olduğunu bilmemekle beraber,biz biliyoruz ki kandaki yüksek Amonyak miktarı performansı düşürmektedir. Maraton koşuları,triatlon müsabakaları ve diğer endurance etkinliklerinde, bazı atletlerin kanlarında ; başlangıçta dinlenmiş hallerinde yüksek “phosphate” seviyelerine sahip olmalarına rağmen yarışmalardan sonra çok düşük “phosphate” seviyeleri ölçülmüştür. Phosphat seviyesinin azalmasının performansı nasıl etkileyebileceği sorusuna Dr.Colgan cevabı “Bu bir asidite tamponu kaybıdır, Phosphate kasların en önemli Alkali tamponudur,ikincisi yeni kas glycogen i üretmek için vücudunuz pyridoxal phosphate kullanacaktır ki buda phosphate ve vitamin B6 karışımıdır.”Bütün bunları bilmemekten veya ihmal etmekten dolayı, sporcu ve atletlerinde içinde bulunduğu bir çok insan, meyveler,sebzeler ve kabuklu yemişler gibi Alkali yoğun yiyecekler yemektense lezzetli ancak ağır olan,et,balık,kümes hayvanları,yumurta vs gibi asit yoğun yiyecekleri tercih ederek vücut sıvılarını asidik hale getirerek yaşamlarını risk altında tutmaktadırlar.
“Spor ve eksersizi yoğun veya hafif yapmakta olan kişilerin (hatta spor yapmayan her kişinin) vücut sıvılarının hafif ALKALİ olmasını sağlayacak tedbirler alması,Alkali yoğun yiyecekler yemeli ve Alkali Su içerek gerek performansları gerekse sağlıklı yaşamaları için şart olduğunu akıllarından çıkarmamaları” gereği Dr.Colgan tarafından tavsiye olunmakta ve hatırlatılmaktadır.

Bütün bu bilgiler ışığında bizim milli sporcuların antrenörlerin spor hekimlerinin bu konuyu en kısa sürede incelemeleri gerekir. Düşünün ki milli takım çok önemli bir eleme maçında. Sporcularımızın yedek klubesinde ve maça çıkmadan önce soyunma ve bekleme salonlarında negatif iyon cihazlarının yaydığı hava ile maç saatini bekliyorlar. Soludukları hava hücrelerine patlamaya hazır bir enerji kaynağı gibi dolmakta. Ayrıca maç esnasında ve öncesinde su ihtiyacınıda alakali su ile temin edilmesi durumunda vücudumuz kurulmuş bir dinamo gibi olacaktır. Vücut ihtiyacı olan enerjiyi hücrelerde mitekondriden başlayarak kasların uzun süre maksimum kasılarak hareket etmesini sağlayacak. Diğer taraftan biriken laktik asit ise kısa sürelerde etkisini azaltmak ve tekrar kasların performanslı bir şekilde kasılamasına olanak vermeli. Bu ise sporcunun uzun süreler üst seviyelerde performans göztermesini sağlayacaktır. Umarım bu yazılarımızı derlemelerimizi Fatih terim ve diğer milli antrenörlerimiz bir şekilde duyarda milletimize yeni gurur verici zaferler kazandırırlar.

Four basic cause of an unhealthy body.
Sağlıksız bir bünyenin 4 temel sebebi.
Kronik hastalıklara açık,erken yaşlanmaya hazır

1. Susuzluk (dehidratasyon):
Yaşadığı iklime bağlı olarak ortalama bir insanın vücudunun susuz kalmaması için günde 2.5-3
litre , likit e gereksinmesi vardır. Doğal olarak burada kişinin kilosu, aktivite durumuda rol oynar.
Genel bir ifade olarak “vücudumuzun susuz kalıp dehidrate olmaması için her gün vücut
ağırlığımızın her kilosu için 40-50 ml su içmeliyiz.
Vücuda alınan likidler İçeceklerden 1.2 + Yiyeceklerden 1.0 + Metabolizmamızın ürettiği 0.3
Toplam:2.5lt
Vücuttan atılan idrar ile 1.5 + terleme ile 0.5 + soluma ile 0.4 + dışkı ile 0.1 Toplam 2.5 lt
Vücudumuz susuz kalıp dehidrate olduğunda ilk işaretler, baş ağrısı ve yorgunluktur, bu durumda
özellikle beyin için su çok önemli olduğundan vücudun diğer taraflarından su çekilerek beyine
verilmesi için kumanda gelir ve diğer bölgelerdeki susuzluk yoğunlaşmasının yarattığı semptomlar
ortaya çıkar, örneğin; kabızlık.. bu olayla hepimiz karşılaşmışızdır.
Bazen diyoruz ki ;bir yığın kahve içtim, çay içtim, soda içtim, bira içtim, kolalı ve gazlı içecekler
içtim, onların içinde de su var, suyu o içeceklerden alabilirim …
İşte temel yanlışlık burada. ambalajlanmış bütün bu içeceklerde kullanılan su distile olunmuş sudur
ve bu içecekler ne kadar çok içilirse vücut o kadar çok asidik hale gelir, asidik yapıda ve diüretik
olan bu içecekler vücudunuzdan daha fazla su atılmasına ve mineral kaybına sebep olurlar.
Yapılacak olan şey Kaliteli su içmektir.
Tiyo: Eğer tuvaleti sık sık ziyaret etmiyorsanız vücudunuz susuz kalmıştır, tuvaleti sık ziyaret ve
açık renk idrar vücudunuzun sağlıklı çalıştığının işaretlerinden biridir.

2- Serbest Radikaller:
Serbest Radikaller beyin tarafından kontrol olunamayan, sağlıklı hücrelerimize saldırarak zarara
uğratan serseri atomlardır. Bunlar vücudumuzun asidik olmasına, kanser, diyabet, artrit, erken
yaşlanma ve diğer bir çok yetişkin hastalıklarına sebep olan serseri atomlardır. Milyar dolarlık
Antioksidan pazarı bu serseri serbest radikallerin zararlarını ortadan kaldırabilmek için çalışır
Serbest Radikaller tükettiğimiz yiyecekler, içecekler, alkol, çevre kirlenmesi, ilaveten teneffüs
ettiğimiz hava, eksersiz sonucunda vucudumuzda oluşan laktik asit gibi asitler, metabolizmamızın
normal çalışması sırasında ortaya çıkan artıklar, stres gibi yaşamımız sırasında hemen her
şeyden, her aksiyondan meydana gelebilir.
Vucudumuzu asitlendiren ve okside eden Serbest Radikallerden kurtulmak, sağlıklı
olmanın anahtarıdır.

3. Asidik vücut:
Medikal İlaç pazarında en yüksek satış rakamlarını AntiAsit ilaçların oluşturduğu bilinmektedir,
buda toplumu teşkil eden vatandaşlarımızın yaşam tarzlarının ve bünyelerinin ne kadar asidik
olduğunun bir göstergesidir
Bilindiği kadarıyla en asidik yiyecek ET dir, takiben basit şekerler, süt ürünleri, kahve ve alkol gelir,
bütün bunlar genelde damak tadımızı tatmin için tercih ettiğimiz alışkanlıklarımızdır. Meyve,
sebze, fındık-badem-ceviz gibi kurular yüksek Alkali yapıda olmalarına rağmen günlük
diyetimizde ne yazık ki çok fazla yer almazlar.
Fazla asidite bizi hasta eder, yorgun yapar ve kilo aldırır. Kilo ve şişmanlık aşırı asiditenin
sonucudur. Vucudumuzdaki asiditeyi nötralize edip elimine etmez isek bütün bu asidik artıklar,
kalçamıza, karnımıza,belimize, göğsümüze, bacaklarımıza vs ye giderek orada oturarak bizi yağ
deposu haline getirir.
Yediğimiz ve içtiğimiz maddelerin alkali/asit dengesine çok dikkat etmeliyiz burada uygulanacak en
uygun yöntem 75 alkali/25 asit oranına göre baslenmemizi tanzim etmemizdir.
Alkali derecesi yüksek yiyecekler ve yüksek değerde Alkali İon-su içerek sağlıklı kalabiliriz.
Kalori hesaplamalarını, proteinleri karbonhidratları
ve yağları düşünmeyi bir tarafa koyun.
Yapacağınız tek şey vücut sıvılarınızı Alkali yapacak
beslenme ve yaşam yöntemini seçmektir.

4. Sindirim sorunları:
Hepimiz biliyoruz ki, beslenmek amacıyla vücudumuza
aldığımız her şey, sindirim sistemimiz tarafından
emilmeye hazır hale getirilip sonunda bağırsaklarımız
tarafında emilir.
Bağırsaklarımız, diğer taraftan, modern yaşam tarzının
ürünü olan hazır yiyeceklerde bulunan toksinler, tarım
ilaçları, hormonlar ve çok çeşitli kanserojen maddeler ile
mücadele etmek zorundadır. Toksinlerin efektif bir şekilde dışarı atılabilmesi içinde yeteri kadar
suyun bağırsaklarda bulunması gereklidir aksi halde yani susuz kalmış ise bağırsaklar tıkalı bir
lağım çukuru haline dönüşür. Artıklar bağırsak duvarlarına yapışarak bir taraftan besin
maddelerinin emilimini engeller diğer taraftan toksik zehirli maddelerin dışarı atılmasını
engelleyerek toksik maddelerin kana ve daha sonra organlara geçmesine sebep olarak sağlıksız
bir bünye oluşmasına zemin hazırlarlar.
Yapılan araştırmalar insanın bağırsaklarında 3-11 kg civarında yapışık, kokuşmuş, çürümüş
şekilde dışkı bağırsakların iç yüzeyine yapışmış şekilde bulunduğunu göstermektedir.
Bu nesnenin içinde ise yoğun miktarda toksik madde ve serbest radikaller mevcuttur .
Biliyoruz ki hemen bütün hastalıkların oluşum yeri toksinlerle dolu tıkalı bağırsaklardır, bu
sebepten sevimsiz bir işlem olsa dahi, bağırsakların ne durumda olduğunu anlamak amacıyla 40
yaşından sonra her yıl bir kez kolonoskopi yaptırılması doktorlar tarafından hararetle tavsiye
olunmaktadır.
Bunlara ihtiyaç bırakmayacak diğer kolay bir uygulama ise; vücudu alkali ve hidrate tutmaktır.
Yani alkali beslenmek ve vücudun su ihtiyacını kaliteli su ile karşılamaktır.
Antioksidan Alkali İyonize suyun bir çok kullanılma alanı olmasının yanında bence en belirgin
faydasının bağırsak (kolon) larda olduğuna inanıyorum. Yaşadığımız her gün vücudumuzu iyi
hidrate eder, vücudumuzda ve özellikle bağırsaklarımızda serbest radikallerin oluşmasını
önlersek sağlıklı yaşamın reçetesini bulmuş oluruz.
Yeterli miktarda Antioksidan İyonize su içme formülünü uygulayarak sadece sindirim sistemimizin
düzeltilmesi değil, vücudumuzdan ve bağırsaklarımızdan toksinlerin atılmasını rahatlıkla ve basit
bir yöntemle sağlayabiliriz. Bu uygulama ile uzun olmayan bir süre içinde “İçten dışa doğru”
temizlenecek, kendinizi tamamen farklı hissedeceksiniz


THE ALKALINE WATER DIFFERENCE IN BLOOD COMPOSITION ANDCIRCULATION
Kan dolaşımı ve kanın kompozisyonu ALKALİ-SU yun Etkisi


Yoshitaka Ohno, M.D., Ph.D. and Howard Reminick, Ph.D., Ohno Institute on Water and Health, Explore! for the Professional, Vol 10:5, 2001.

İnsan vücudu komple bir organizma olup, değişik derecedeki başarılara rağmen kendi doğal
zekası ile bütünlüğünü korur. Başarı, genetiğin kazandırdığı mükemmel özellikler, ,sağlığa
gösterilen özen, bakımlı yaşam tarzı ve vücuttaki suyun kalite ,miktar ve niteliği ile orantılıdır.
Homeostasis-olarak isimlendirilen bütünlük veya stabilite, vücutta düzensizliği yaratan güçlerle,
düzeni korumaya çalışan güçler arasındaki dengedir. Vücut uzun süre düzensiz güçlerin etkisi
altında kalması sonucunda hastalıklar oluşur. Homeostasis hasara uğrar ve öncelikle kanın
stabilitesi negatif olarak etkilenir.
Vücudu sağlıklı tutmak veya tekrar düzene sokarak normal haline getirme hizmetlerinin tümü
Homeostasis prosesleridir. Hücrelerin yapı ve fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik olmadığı
sürece vücut Homeostasis konumunda olup, buna vücut sıvılarının kimyasının stabil olması
(kanda dahil olmak üzere) şartı da eklenmelidir. Kısaca, Homeostasis, vücudun kendini iyileştirme
yöntemidir
Homeostasis, kanın hasarlı bölgeye getirdiği enerji,oksijen ve besin değerleri ile dolaşımdaki kanın
kompozisyonu, muntazaman akışı ve pH sı ile kanın arteria duvarlarında plak oluşmasına
engel olma yeteneği ile çok yakından ilgilidir
Kan vücutta iletişim ve taşıma işlevlerini de yapar. Mekanik hasarlar ve enfeksiyonlara karşı temel
savunma hattıdır. Akciğerlerden hücrelere oksijen, hücrelerden akçiğerlere karbondioksit ,
bağırsaklardan hücrelere gıda, bezlerden hücrelere hormon taşır. Vücut pH sını (asit/alkali ) ve
vücut ısısını ayarlar.
Hücre içi ve dışındaki vücut sıvısının pH ı önemli bir faktördür. Kanın pH I 7.3 ile 7.45 gibi çok dar
bir aralıkta bulunmalıdır. Kan pH ının 7.3 ün altında olması asit dengesizliği yaratarak hücresel
bozulma ve hastalıklara sebep olur, böylece hipertansiyon, diyabet, migren, astım gibi bağışıklık
sistemi ile ilgili hastalıklar ortaya çıkar.
pH faktörü, hücresel sıvı da bulunan bazı kimyasallar, glükoz ve metabolizma için önemli
maddelerin seviyesini düzenleyen özel bir mekanizmadır. Asit/alkali oranı dengede olmalıdır aksi
halde metabolizma hasar görür. Devamlı asit tarafına denge bozulması hayati önemde sorunlar
yaratır.
Kan pH derecesi, asidik beslenme ve içme suyuna ilave edilen asidik maddeler nedeniyle yükselir.
Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, kanser, MS ve Alzheimer hastalıklarının, kanın asidik pH
derecesi ile direk olarak ilgili olduğu rapor edilmektedir. Vücut sıvılarının devamlı olarak asidik
olmaları halinde bir çok hastalığın neden olan “asidosis” oluşur. Asidosis ile yetişkin hastalıkları ve
erken yaşlanma arasında yakın ilgi vardır.
Diyabet, asidosis nedeniyle oluşan metabolizma hastalıklarındandır. Normal şartlarda pankreas
insulin salarak kan şekerini normal seviyede tutar.Vücuttaki düzenleme ve tamponlama
mekanizmaları hücreler ve kandaki asit/alkali dengesini düzende tutarak metabolizmanın
bozulmasını önlerler. Buna rağmen, bazı hallerde vucudun bu kendi-kendini regüle etme
fonksiyonu yeterli olamaz ve denge bozulur.
“şeker yüklemesi” gibi durumlarda ,pankreas insulin salgılayarak kan şekerini 80-100 mg da sabit
tutar Kan şekerinin 80 in altına düşmesiyle ortaya çıkan hipogliseminin bir çok nedeni olmakla
beraber genelde kan dolaşımına fazla insulin verilmesindendir.
Hücrelere devamlı biçimde insulin verilmesi sonucunda biriken insulin, lipit ve arter duvarlarında
plaklar oluşturarak Arterioscleros hastalığına sebep olur. Bu şekilde pankreasın, aşırı çalışarak
yüksek miktarda insulini kan dolaşımına pompalaması halinde normal kan şekeri seviyesi
düşerek diyabet hastalığını ortaya çıkartan hipoglisemi oluşur. Şayet pankreas aşırı çalışmasına
devam etmek zorunda kalırsa, bir süre sonra çalışmasını durdurarak insulin üretimine son verir.
Asidik pH derecesi hazım sistemini negatif etkileyerek zararlı asidik artık maddeler oluşmasına
sebep olarak metabolizmayı hasara uğratır. Aşırı asidite sebebiyle bozulan pH dengesi,vücudun
bağışıklık sistemini etkileyip hücre bozulmalarına neden olarak yaşlanma sürecini hızlandırır.
Aşırı asidik artıkların oluşturarak vücudun asit/alkali dengesini bozan faktörler arasında örnek
olarak, günümüzün dengesiz beslenme tarzındaki asidik yiyecek ve içecekler ile , kimyasallarla
işlem görmüş su yu verebiliriz.Vücut ihtiyaç duyduğu kalsiyum gibi alkali mineralleri organ ve
hücrelerden alarak bozulan dengenin yeniden kurulması için aşırı gayret gösterir. Yüksek
asiditenin devam etmesi hücre ve organlardan alınan kalsiyum alımı devam etmesine sebep
olarak hücre ve organlardaki kalsiyumu bitirir.Bu durumda parathyroid aktif hale gelir ve vücut
kalsiyumunun % 99 unu içeren kemiklerden kalsiyum çekilmesini organize ederek ileride ortaya
çıkabilecek olan osteoporos ve diğer yaşlılık hastalıklarının tetiklenmesinde etken rol oynar.
Kanın yarıdan fazlası (dört ile altı litre arası) yoğun protein içeren renksiz bölümdür. Bu renksiz
serum içinde dolaşan ve hemoglobin taşıyan hücreler kanın kırmızı rengine verir. Kan serumu,
büyük kısmı su olmak üzere enzimler, proteinler, yağlar, glikoz, vitaminler, mineraller, oksijen ve
artık maddelerden oluşur. Kan akışı ile serumdaki hormonlar tüm vücudumuzda mesaj ve
talimatları taşırlar.
Genel olarak hormonlar küçük moleküller olup, protein reseptörleri tarafından hücre çevresinde
absorbe olunurlar. Adrenal bezindeki adrenalin enerjiyi üretmek üzerine odaklanmıştır. Vücut
tehlikeyi hissettiği anda derhal etkinleşir. İnsülin ve glikojen küçük protein hormonları olup kandaki
seker seviyesinin işaretidir.
Kan serumu, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak vücudun fiziksel hasarlara karşı korunmasını temin
eder. Yabancı organizmaların bağışıklık sisteminde yapabileceği hasarların önlenebilmesi için kan
serumunda gerekli tüm teçhizat vardır.
Trilyonlarca hücrenin beslenmesini sağlamak ve hücrelerde oluşan artık maddeleri böbrek ve
akciğerler aracılığı ile vücuttan uzaklaştırmak için kan devamlı ve durmamacasına hareket eder.
Kanın bu devamlı devinimini engelleyecek herhangi bir şey oksijenin akımına mani olarak
organlarda önemli hasarlar oluşmasına neden olur. Bu olay kanın viskozitesi ile doğrudan ilgili olup
kanın kompozisyonunu etkiler.Kan akış hızının azalmasının en önemli nedenlerinden biri
vizkozitesinin yüksek olmasıdır.
Kan vizkozitesi suyun vizkozitesinden 4 kez daha fazladır. Yeterli derecede alkali olmayan su kan
viskozitesini artırabilir. Şayet kanın içerdiği su temiz değil işe viskozite daha
da artması ile artık maddeler ve plakların oluşumu hızlanır, hücre ve organların beslenmesi önemli
ölçüde aksar. Bunun sonucunda bölgedeki serbest radikallerin çoğalarak gelişir ve kanda
bulunan doymuş yağlarla oksijen bağlantıları kurarak hücre zarına ve VASCULAR STRUCTURE
e bağlanırlar. Bu oluşumlar zaman içinde artarsa, örneğin beyin hücreleri etrafındaki plak
şeklindeki kalsifikasyonlar beyin fonksiyonlarını hasara uğratarak Alzheimer hastalığına neden
olabilirler. Şayet bu oluşumlar VASCULAR sistemde ortaya çıkarsa hipertansiyon ve kalp krizi
riski doğabilir.
“Koyu kan” ve “sulu kan” konusunda devamlı bir tartışma konusudur. Şimdiye kadar kanın hayati
maddeleri ve antijenleri bağışıklık sistemine nasıl ulaştırdığı konusunda doyurucu bir açıklama
yapılamamıştır. Ancak kanın, vücutta üretilen idrar, ter, mide suları ve likit karbondioksit gibi vücut
sıvılarının yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu biliyoruz.
Koyu kan “yapışkan” kandır. Bu kanda doymuş yağlar, plaklar ve asidik artık maddeler yoğundur.
Bu koyu kütlelerin uzun yıllar hücre ve organlarda birikimi sonucunda gut, böbrek- mesane taşı ve
çeşitli alerjiler gibi bağışıklık sistemi hastalıkları ortaya çıkar. Kan düzgün biçimde akmalıdır. Kanın
alkali olması ile, viskozitesi ve akış hızı normalleşir, arter duvarlarında ve hücre zarlarında plak
ve yağ birikimi oluşması önlenebilir.
Sirkülasyondaki kanın alkali olması konusunda önemli teoriler olup bir çok klinik deney sonucu bu
teoriyi doğrulamaktadır. Bunlardan bir tanesi, kandaki hemoglobin molekülündeki demirin
ionizasyonu nedeniyle kan akışını artırmasıdır Hemoglobin kendi başına magnetik elektrik yükü
taşımaz, buna rağmen kan suyundaki alkalite (alkali mineraller) hemoglobin molekülüne elektrik
yükleyerek onun hareket etmesini sağlarlar. Bu şekilde kanın akıcılığı ve viskozitesi uygun
düzeye gelir.
Kan akışına akıcılığın sağlanması vücut sağlığı için çok önemli bir faktördür. Bu akıcılığın devamlı
şekilde sağlanması ile bağışıklık sistemi ile ilgili bir çok hastalığın önüne geçilmiş olur. Hemoglobin
hücrelere oksijen taşır. Hastalanmış veya hasara uğramış hücrelere bol miktarda oksijen
taşınabilirse daha çabuk iyileşmeleri ve metabolizmaya tekrar sağlıklı biçimde kazandırılmaları
mümkün olabilir.
Alkalinite,kanın akışı, pH sı ve kanın kimyası açısından çok gerekli bir faktördür. Kanın % 90 ının
su olması kanın kalitesini önemli biçimde etkiler. “Kan akışı ve kan kimyasının su ve insan sağlığı
ile ilişkileri nasıl olmalıdır ?” konusunda geçmiş 3 yıl içinde Ohno Enstitüsünde yapılan klinik
çalışmalarda, İonize Alkali-Su yun bağışıklık sistemi ile ilgili dejeneratif hastalıklar ve yaşlanma
sorunlarında iyilik sağladığı belirlenmiş olup önemli bazı sonuçlar şunlardır;
1- Asiditenin hücrelerden uzaklaştırılması.
 2- Hücre detoksifikasyonunun artırılması. 
3- Hücre içi hidratasyonun artırılması.
Bu hususlar dolaşımdaki kanın kalitesi açısından çok etkin niteliklerdir