Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Eylül 2016 Salı



THE ALKALINE WATER DIFFERENCE IN BLOOD COMPOSITION ANDCIRCULATION
Kan dolaşımı ve kanın kompozisyonu ALKALİ-SU yun Etkisi


Yoshitaka Ohno, M.D., Ph.D. and Howard Reminick, Ph.D., Ohno Institute on Water and Health, Explore! for the Professional, Vol 10:5, 2001.

İnsan vücudu komple bir organizma olup, değişik derecedeki başarılara rağmen kendi doğal
zekası ile bütünlüğünü korur. Başarı, genetiğin kazandırdığı mükemmel özellikler, ,sağlığa
gösterilen özen, bakımlı yaşam tarzı ve vücuttaki suyun kalite ,miktar ve niteliği ile orantılıdır.
Homeostasis-olarak isimlendirilen bütünlük veya stabilite, vücutta düzensizliği yaratan güçlerle,
düzeni korumaya çalışan güçler arasındaki dengedir. Vücut uzun süre düzensiz güçlerin etkisi
altında kalması sonucunda hastalıklar oluşur. Homeostasis hasara uğrar ve öncelikle kanın
stabilitesi negatif olarak etkilenir.
Vücudu sağlıklı tutmak veya tekrar düzene sokarak normal haline getirme hizmetlerinin tümü
Homeostasis prosesleridir. Hücrelerin yapı ve fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik olmadığı
sürece vücut Homeostasis konumunda olup, buna vücut sıvılarının kimyasının stabil olması
(kanda dahil olmak üzere) şartı da eklenmelidir. Kısaca, Homeostasis, vücudun kendini iyileştirme
yöntemidir
Homeostasis, kanın hasarlı bölgeye getirdiği enerji,oksijen ve besin değerleri ile dolaşımdaki kanın
kompozisyonu, muntazaman akışı ve pH sı ile kanın arteria duvarlarında plak oluşmasına
engel olma yeteneği ile çok yakından ilgilidir
Kan vücutta iletişim ve taşıma işlevlerini de yapar. Mekanik hasarlar ve enfeksiyonlara karşı temel
savunma hattıdır. Akciğerlerden hücrelere oksijen, hücrelerden akçiğerlere karbondioksit ,
bağırsaklardan hücrelere gıda, bezlerden hücrelere hormon taşır. Vücut pH sını (asit/alkali ) ve
vücut ısısını ayarlar.
Hücre içi ve dışındaki vücut sıvısının pH ı önemli bir faktördür. Kanın pH I 7.3 ile 7.45 gibi çok dar
bir aralıkta bulunmalıdır. Kan pH ının 7.3 ün altında olması asit dengesizliği yaratarak hücresel
bozulma ve hastalıklara sebep olur, böylece hipertansiyon, diyabet, migren, astım gibi bağışıklık
sistemi ile ilgili hastalıklar ortaya çıkar.
pH faktörü, hücresel sıvı da bulunan bazı kimyasallar, glükoz ve metabolizma için önemli
maddelerin seviyesini düzenleyen özel bir mekanizmadır. Asit/alkali oranı dengede olmalıdır aksi
halde metabolizma hasar görür. Devamlı asit tarafına denge bozulması hayati önemde sorunlar
yaratır.
Kan pH derecesi, asidik beslenme ve içme suyuna ilave edilen asidik maddeler nedeniyle yükselir.
Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, kanser, MS ve Alzheimer hastalıklarının, kanın asidik pH
derecesi ile direk olarak ilgili olduğu rapor edilmektedir. Vücut sıvılarının devamlı olarak asidik
olmaları halinde bir çok hastalığın neden olan “asidosis” oluşur. Asidosis ile yetişkin hastalıkları ve
erken yaşlanma arasında yakın ilgi vardır.
Diyabet, asidosis nedeniyle oluşan metabolizma hastalıklarındandır. Normal şartlarda pankreas
insulin salarak kan şekerini normal seviyede tutar.Vücuttaki düzenleme ve tamponlama
mekanizmaları hücreler ve kandaki asit/alkali dengesini düzende tutarak metabolizmanın
bozulmasını önlerler. Buna rağmen, bazı hallerde vucudun bu kendi-kendini regüle etme
fonksiyonu yeterli olamaz ve denge bozulur.
“şeker yüklemesi” gibi durumlarda ,pankreas insulin salgılayarak kan şekerini 80-100 mg da sabit
tutar Kan şekerinin 80 in altına düşmesiyle ortaya çıkan hipogliseminin bir çok nedeni olmakla
beraber genelde kan dolaşımına fazla insulin verilmesindendir.
Hücrelere devamlı biçimde insulin verilmesi sonucunda biriken insulin, lipit ve arter duvarlarında
plaklar oluşturarak Arterioscleros hastalığına sebep olur. Bu şekilde pankreasın, aşırı çalışarak
yüksek miktarda insulini kan dolaşımına pompalaması halinde normal kan şekeri seviyesi
düşerek diyabet hastalığını ortaya çıkartan hipoglisemi oluşur. Şayet pankreas aşırı çalışmasına
devam etmek zorunda kalırsa, bir süre sonra çalışmasını durdurarak insulin üretimine son verir.
Asidik pH derecesi hazım sistemini negatif etkileyerek zararlı asidik artık maddeler oluşmasına
sebep olarak metabolizmayı hasara uğratır. Aşırı asidite sebebiyle bozulan pH dengesi,vücudun
bağışıklık sistemini etkileyip hücre bozulmalarına neden olarak yaşlanma sürecini hızlandırır.
Aşırı asidik artıkların oluşturarak vücudun asit/alkali dengesini bozan faktörler arasında örnek
olarak, günümüzün dengesiz beslenme tarzındaki asidik yiyecek ve içecekler ile , kimyasallarla
işlem görmüş su yu verebiliriz.Vücut ihtiyaç duyduğu kalsiyum gibi alkali mineralleri organ ve
hücrelerden alarak bozulan dengenin yeniden kurulması için aşırı gayret gösterir. Yüksek
asiditenin devam etmesi hücre ve organlardan alınan kalsiyum alımı devam etmesine sebep
olarak hücre ve organlardaki kalsiyumu bitirir.Bu durumda parathyroid aktif hale gelir ve vücut
kalsiyumunun % 99 unu içeren kemiklerden kalsiyum çekilmesini organize ederek ileride ortaya
çıkabilecek olan osteoporos ve diğer yaşlılık hastalıklarının tetiklenmesinde etken rol oynar.
Kanın yarıdan fazlası (dört ile altı litre arası) yoğun protein içeren renksiz bölümdür. Bu renksiz
serum içinde dolaşan ve hemoglobin taşıyan hücreler kanın kırmızı rengine verir. Kan serumu,
büyük kısmı su olmak üzere enzimler, proteinler, yağlar, glikoz, vitaminler, mineraller, oksijen ve
artık maddelerden oluşur. Kan akışı ile serumdaki hormonlar tüm vücudumuzda mesaj ve
talimatları taşırlar.
Genel olarak hormonlar küçük moleküller olup, protein reseptörleri tarafından hücre çevresinde
absorbe olunurlar. Adrenal bezindeki adrenalin enerjiyi üretmek üzerine odaklanmıştır. Vücut
tehlikeyi hissettiği anda derhal etkinleşir. İnsülin ve glikojen küçük protein hormonları olup kandaki
seker seviyesinin işaretidir.
Kan serumu, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak vücudun fiziksel hasarlara karşı korunmasını temin
eder. Yabancı organizmaların bağışıklık sisteminde yapabileceği hasarların önlenebilmesi için kan
serumunda gerekli tüm teçhizat vardır.
Trilyonlarca hücrenin beslenmesini sağlamak ve hücrelerde oluşan artık maddeleri böbrek ve
akciğerler aracılığı ile vücuttan uzaklaştırmak için kan devamlı ve durmamacasına hareket eder.
Kanın bu devamlı devinimini engelleyecek herhangi bir şey oksijenin akımına mani olarak
organlarda önemli hasarlar oluşmasına neden olur. Bu olay kanın viskozitesi ile doğrudan ilgili olup
kanın kompozisyonunu etkiler.Kan akış hızının azalmasının en önemli nedenlerinden biri
vizkozitesinin yüksek olmasıdır.
Kan vizkozitesi suyun vizkozitesinden 4 kez daha fazladır. Yeterli derecede alkali olmayan su kan
viskozitesini artırabilir. Şayet kanın içerdiği su temiz değil işe viskozite daha
da artması ile artık maddeler ve plakların oluşumu hızlanır, hücre ve organların beslenmesi önemli
ölçüde aksar. Bunun sonucunda bölgedeki serbest radikallerin çoğalarak gelişir ve kanda
bulunan doymuş yağlarla oksijen bağlantıları kurarak hücre zarına ve VASCULAR STRUCTURE
e bağlanırlar. Bu oluşumlar zaman içinde artarsa, örneğin beyin hücreleri etrafındaki plak
şeklindeki kalsifikasyonlar beyin fonksiyonlarını hasara uğratarak Alzheimer hastalığına neden
olabilirler. Şayet bu oluşumlar VASCULAR sistemde ortaya çıkarsa hipertansiyon ve kalp krizi
riski doğabilir.
“Koyu kan” ve “sulu kan” konusunda devamlı bir tartışma konusudur. Şimdiye kadar kanın hayati
maddeleri ve antijenleri bağışıklık sistemine nasıl ulaştırdığı konusunda doyurucu bir açıklama
yapılamamıştır. Ancak kanın, vücutta üretilen idrar, ter, mide suları ve likit karbondioksit gibi vücut
sıvılarının yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu biliyoruz.
Koyu kan “yapışkan” kandır. Bu kanda doymuş yağlar, plaklar ve asidik artık maddeler yoğundur.
Bu koyu kütlelerin uzun yıllar hücre ve organlarda birikimi sonucunda gut, böbrek- mesane taşı ve
çeşitli alerjiler gibi bağışıklık sistemi hastalıkları ortaya çıkar. Kan düzgün biçimde akmalıdır. Kanın
alkali olması ile, viskozitesi ve akış hızı normalleşir, arter duvarlarında ve hücre zarlarında plak
ve yağ birikimi oluşması önlenebilir.
Sirkülasyondaki kanın alkali olması konusunda önemli teoriler olup bir çok klinik deney sonucu bu
teoriyi doğrulamaktadır. Bunlardan bir tanesi, kandaki hemoglobin molekülündeki demirin
ionizasyonu nedeniyle kan akışını artırmasıdır Hemoglobin kendi başına magnetik elektrik yükü
taşımaz, buna rağmen kan suyundaki alkalite (alkali mineraller) hemoglobin molekülüne elektrik
yükleyerek onun hareket etmesini sağlarlar. Bu şekilde kanın akıcılığı ve viskozitesi uygun
düzeye gelir.
Kan akışına akıcılığın sağlanması vücut sağlığı için çok önemli bir faktördür. Bu akıcılığın devamlı
şekilde sağlanması ile bağışıklık sistemi ile ilgili bir çok hastalığın önüne geçilmiş olur. Hemoglobin
hücrelere oksijen taşır. Hastalanmış veya hasara uğramış hücrelere bol miktarda oksijen
taşınabilirse daha çabuk iyileşmeleri ve metabolizmaya tekrar sağlıklı biçimde kazandırılmaları
mümkün olabilir.
Alkalinite,kanın akışı, pH sı ve kanın kimyası açısından çok gerekli bir faktördür. Kanın % 90 ının
su olması kanın kalitesini önemli biçimde etkiler. “Kan akışı ve kan kimyasının su ve insan sağlığı
ile ilişkileri nasıl olmalıdır ?” konusunda geçmiş 3 yıl içinde Ohno Enstitüsünde yapılan klinik
çalışmalarda, İonize Alkali-Su yun bağışıklık sistemi ile ilgili dejeneratif hastalıklar ve yaşlanma
sorunlarında iyilik sağladığı belirlenmiş olup önemli bazı sonuçlar şunlardır;
1- Asiditenin hücrelerden uzaklaştırılması.
 2- Hücre detoksifikasyonunun artırılması. 
3- Hücre içi hidratasyonun artırılması.
Bu hususlar dolaşımdaki kanın kalitesi açısından çok etkin niteliklerdir

Hiç yorum yok: