Cell breathing inhibition and cancer formation.
Dr. Garnett Poly – MVA için araştırmasında keşfettiği gibi, kanser ile oksijen arasında elektriksel bir bağlantı vardır.
Bu konuda ilk bilgiler 1968’de canlı hücrelerin ışık ürettiği keşfedildiğinde ortaya konulmuştur. Bu deneylerde elde edilen bilgiyle yeterli solunumla daha fazla oksijen elde edebilen hücrelerin daha fazla ışık yaydığı gözlenmiştir. Burdan yola çıkarak oksijene ulaşma oranı ışığın miktarını aynı zamanda hücrenin sağlığını belirlediği, ışığın parlaklık seviyesinin hücrenin ne kadar sağlıklı olduğu hakkında bilgi verdiği anlaşılmıştır.
1950 lerde Johanna Budwig kanser araştırmalarına önemli bir katkı sağlayarak normal yani sağlıklı hücrelerde “Elektriksel olarak pozitif olan çekirdek ve yüksek derecede doymamış yağ asidiyle ektriksel olarak negatif olan hücre zarı arasında bir iki kutupluluk (dipolarite) bulunduğunu ifade etmiştir.
Budwig’e göre her canlı hücrede yaşam nefesle bağlantıdır. Nefes alma yeterliliği ile yaşamın canlanması arasında bağlantı vardır. Bunun anlamı elektronların oksijene ilgisi vardır ve oksijene sempatize olurlar. Yani elektronlar oksijeni çekerler ve nefes alıp vermemizi aktif hale getirirler. Oksijenle temasını koruyan sağlıklı bir hücre; normal tarzda büyüyen, gelişen ve kendi kopyasını yapan bir konumdadır.
Elektrik yükü olmayınca, hücrelerimiz oksijene olan taleplerini karşılayamayarak boğulmaya başlar. Oksijen olmayınca, hücrenin boğulmaması için oksijenin yerine koyabileceği tek yol anaerobic olarak solunum yapmaktır.
Çin tıbbı, binlerce yıldır yaşam gücünü enerji/chi olarak tanımlamış vücut üzerindeki meridyen sisteminin haritasını çıkarmıştır. 1994 senesinde geleneksel tıp tarafından en küçük elektrik miktarını ölçen yüksek bilgisayar teknolojileri kullanarak meridyen sistemi yeniden haritalandırılmıştır. Bu Haritaların amacı vücudun elektrik akışını izleyerek tıkanıklıkları bulmak ve akışı sağlayabilmektir. Yaşam elektrikseldir. Doğulu bilimcilere göre, hastalık enerji akışındaki blokaj veya bozulma ile başlar. Enerji akışındaki blokaj veya bozulma, belirtilerden 7 veya 8 adım öncedir. Böylece, tahmin edebileceğiniz gibi, Dogu’da koruyucu hekimlik uygulanır, batıda tedavi etmek için hastalığın oluşması beklenir.
Dr. Budwigin ifadelerinden yola çıkarak bir hücrenin elektriksel yükünü kaybetmesinin en önemli nedeni hidrojene edilmiş yağlar olduğunu görebiliriz. (Örn. fıstık yağı) Yemek listemizde genellikle yüksek derecede doymamış yağ asitleri yoktur. Daha çok trans yağlar olarak bilinen insan yapımı yağlar vardır. Bu yağlar hücre duvarlarımıza girer ve elektrik yükünü bozarlar. Hücresel değişim işlemini engeller, besinleri içeri almayı ve atıkları dışarı atmayı önlerler. Ayrıca ensülin gibi çok büyük moleküller, insan yapımı yağlarla oluşturulan hücre duvarlarından geçemezler. Bu alanda yapılan çalışmalardan sonra hücrelerin hirojene yağlar nedeniyle kalınlaşan hücre zarından oksijen solunumu yapamamaları sebebiyle yerine şekerle beslenme modeline geçtiklerini biliyoruz.
Budwig’in düşüncesine göre; Kanser tedavisi hem durdurucu, hem de tedavi edici olmalıdır. Kanser oluşumunu teşvik eden ve diğer pek çok kronik hastalıklara neden olan Oksidas oluşumunun sorumlusu ise linolik asidin yokluğudur. Faydalı oksidas fermentlerini bazı kimyevi maddeler yok etmektedir. Bunların başında gıdaları daha uzun süre korumak için kullanılan nitratlar gelir. Gıdalarda ki yağların yüksek sıcaklıkta ısıtılmaları veya kaynatılmaları da oksidas fermentleri yok eder. Hücre solunumunun fermentleri yüksek derecede doymamış yağ asitleri ile ilişkilidir. Tavsiye edilen yağlar yüksek linolik asit içeren rafine edilmemiş ve soğuk pres edilmiş yağlardır. Bu yağların dışındaki yağlar faydadan çok zarar verir.
Hücre, alternatifsizlik nedeni ile oksijen yerine glukozla/ şekerle beslenmeye başladığında şekeri alır ve laktik asit salgılar. Laktik asitte asidik bir ortam meydana getirirerek kanser oluşumu için elverişli bir ortam hazırlar. Çünkü kanser hücreleri beslenebilmek için asidik bir çevreye gereksinim duyarlar. Bunun tersine dengeli alkali bir ortamda yasayamazlar.
Budwig ayrıca, kemoterapi ve radrasyon terapilerinin sağlam hücreler üzerindeki normal enerji akışını bozarak sağlam hücreleri de kanserli hücre olmaya hazır hale getirdiğini söyler.
Budwig bu konuda tavsiye olarak sağlıklı hücreleri koruyun, özen gösterin. Kanserli hücrelerinde oksijenle olan ilişkisini düzeltin, üzerlerindeki elektriksel blokajı kaldırın kanser kendi kendini iyileştir” demiştir.
Bu aşama da her zaman söylediğim şeyi yine tekrarlamak zorundayım. Bunu akademik kariyeri olmayan biri değil bilakis binlerce akademisyenin yaptığı çalışmalarla da teyit edilen hücre iyon kapılarının çalışmasını sağlamak gerekir. Bu ise mili volt seviyesindeki bir akımla çalışan bu iyon kapılarının bu elektrik yükünü bozmamak manyetik alanlarda fazla kalmamak ve elektrik blokajına karşı topraklama yapmak yani her zaman çıplak ayakla dolaşacak değiliz ama elimizi vücudumuzu biriken statik elektriği boşaltacak.
Şekilde demir ve iletken yüzeylerle temas ettirmek . Belki de toprakla azda olsa temasa geçmek gerekir. Böylece şehir ve ev hayatındaki teknolojik cihazların üzerimize yüklediği aşırı akımları boşaltabiliriz. Böylece hücre kapıları normal çalışır ve oksijenle beslenir enerji üretirse bir çok hastalık doktor yüzü görmez. Ve bu hücrelere giden otobanları da açık tutmalıyız. Bu otobanlar 4 gidiş 4 geliş olduğu gibi (atardamarlar) birde neredeyse bir hücre kalınlığında ince çok dar kılcal damarlarda var. Bunları da köylerde ki evlerin arasındaki patikalara benzetebiliriz. Eğer bu yollar açık değilse veya çok yoğun trafikten işemeyen otoban gibi ise gıda ve oksijen taşınmaz. Bu ise asit bir kan ile temsil edilir. Kanın içindeki hemoglobin birbirine yapışır. Kanın akışkanlığı azalır kıvamı artar. Ve oksijeni taşıyamaz gıdaları ve alınan ilacın etken maddelerini taşıyamaz.İlaçlar işe yaramıyor diye doktor dozajı artırır. Halbuki ilaç hasta organa hücreye ulaşamadığı için olumlu etki yapamıyordur. Siz dozu artırınca bu sefer karaciğere yüklenirsiniz. Ve mevcut sorunlarınıza bir cephe daha açar savaşı büyütürsünüz. Hem de cephaneniz yokken. Sizce savaşı kim kazanır. Onun için öncelikle alkali bir kan ve kaliteli beslenme bol oksijen ile başlamalı. Ve ihtiyacımız olan suyu eksik etmeden vücudumuzu en temel silahlarla donatmalıyız. Unutmayın vücudun toprak hattını da bağlamalıyız. Nereye diye sormayın. İnsanları bu hattı ağaçlara toprağa dokunmak ile ve doğayla iç içe olması ile kendiliğinden sağlarlar. Biz çok düşük elektrik akımı ile çalışan (0.50 mAh ) civarı bir akımla çalışan hücre zarındaki kapıları daha yüksek akıma maruz bırakırsa sorunlar çıkar. Bunun için sistemi yani insan vücudunu koruma adına fazla yüklememek arada bir dejarj etmek gerekir. Yoksa sistemde sigorta atar. Ve inanın kainattaki en karmaşık makinalardan dahi daha hasas ve karışık bu vücudumuzu tekrar normal işleyişine döndürmek çok zor ve zaman alır. Bazen de imkansız olur.
Budwig bu konuda tavsiye olarak sağlıklı hücreleri koruyun, özen gösterin. Kanserli hücrelerinde oksijenle olan ilişkisini düzeltin, üzerlerindeki elektriksel blokajı kaldırın kanser kendi kendini iyileştir” demiştir.
Bu aşama da her zaman söylediğim şeyi yine tekrarlamak zorundayım. Bunu akademik kariyeri olmayan biri değil bilakis binlerce akademisyenin yaptığı çalışmalarla da teyit edilen hücre iyon kapılarının çalışmasını sağlamak gerekir. Bu ise mili volt seviyesindeki bir akımla çalışan bu iyon kapılarının bu elektrik yükünü bozmamak manyetik alanlarda fazla kalmamak ve elektrik blokajına karşı topraklama yapmak yani her zaman çıplak ayakla dolaşacak değiliz ama elimizi vücudumuzu biriken statik elektriği boşaltacak.
Şekilde demir ve iletken yüzeylerle temas ettirmek . Belki de toprakla azda olsa temasa geçmek gerekir. Böylece şehir ve ev hayatındaki teknolojik cihazların üzerimize yüklediği aşırı akımları boşaltabiliriz. Böylece hücre kapıları normal çalışır ve oksijenle beslenir enerji üretirse bir çok hastalık doktor yüzü görmez. Ve bu hücrelere giden otobanları da açık tutmalıyız. Bu otobanlar 4 gidiş 4 geliş olduğu gibi (atardamarlar) birde neredeyse bir hücre kalınlığında ince çok dar kılcal damarlarda var. Bunları da köylerde ki evlerin arasındaki patikalara benzetebiliriz. Eğer bu yollar açık değilse veya çok yoğun trafikten işemeyen otoban gibi ise gıda ve oksijen taşınmaz. Bu ise asit bir kan ile temsil edilir. Kanın içindeki hemoglobin birbirine yapışır. Kanın akışkanlığı azalır kıvamı artar. Ve oksijeni taşıyamaz gıdaları ve alınan ilacın etken maddelerini taşıyamaz.İlaçlar işe yaramıyor diye doktor dozajı artırır. Halbuki ilaç hasta organa hücreye ulaşamadığı için olumlu etki yapamıyordur. Siz dozu artırınca bu sefer karaciğere yüklenirsiniz. Ve mevcut sorunlarınıza bir cephe daha açar savaşı büyütürsünüz. Hem de cephaneniz yokken. Sizce savaşı kim kazanır. Onun için öncelikle alkali bir kan ve kaliteli beslenme bol oksijen ile başlamalı. Ve ihtiyacımız olan suyu eksik etmeden vücudumuzu en temel silahlarla donatmalıyız. Unutmayın vücudun toprak hattını da bağlamalıyız. Nereye diye sormayın. İnsanları bu hattı ağaçlara toprağa dokunmak ile ve doğayla iç içe olması ile kendiliğinden sağlarlar. Biz çok düşük elektrik akımı ile çalışan (0.50 mAh ) civarı bir akımla çalışan hücre zarındaki kapıları daha yüksek akıma maruz bırakırsa sorunlar çıkar. Bunun için sistemi yani insan vücudunu koruma adına fazla yüklememek arada bir dejarj etmek gerekir. Yoksa sistemde sigorta atar. Ve inanın kainattaki en karmaşık makinalardan dahi daha hasas ve karışık bu vücudumuzu tekrar normal işleyişine döndürmek çok zor ve zaman alır. Bazen de imkansız olur.